The Banner Saga İnceleme
Birçok kişinin “The Banner Saga da ne ola ki?” dediğini duyar gibiydim. Bundan birkaç ay öncesine kadar ben de bu grubun bir üyesiydim. Kendisiyle tanıştığım ilk andaysa grafikleriyle ilgilimi çekmeyi başardı. Sonrasında oyunu merak edip araştırdığımda The Banner Saga adeta “beni oynamak zorundasın” dedi. Zorunluluğun kaynağı ise oyunu yapan ekipte saklı. Yeni bir oyun stüdyosu olan Stoic üç kişilik bir ekip. Bu ekibi ise BioWare’den ayrılan isimler oluşturuyor.
The Banner Saga’nın arkasında her ne kadar çok sağlam isimler olsa da oyun aslında biraz kapalı kutuydu. Sonuçta BioWare’den ayrılan ekip kendi başına ilk defa bir oyun geliştirecekti. Gelin hep beraber bu kapalı kutunun içinden çıkanlara bakalım.Bir Destanlık Öyküsü
İncelemeye oyunun en sağlam yeriyle, yani hikayesiyle başlıyorum. The Banner Saga içerisinde vikinglerin de bulunduğu bir İskandinav mitolojisini arkasına almış. Fakat içerisinde fantastik edebiyat kitaplarından alışık olduğumuz bir evren yaratılmış. Oyunda üç adet ırk bulunuyor: insanlar, varl ve dredge’ler. Varl ırkı boynuzlu, insanımsı devlerden oluşurken, dredge’ler ise kara zırha bürünmüş yaratıklardan oluşuyor. Irkların arasındaki ilişkiye çok değinmek istemiyorum, çünkü anlatacaklarımın çoğu oyun ilerledikçe size verileceğinden spoiler’a girecek. Bu sebeple oyunun hikayesinin de sadece kıyısından geçeceğim.
The Banner Saga’da hikaye iki taraflı işleniyor. Oyuna ilk başladığınızda insanların prensine eşlik eden bir varl ordusunun başında bulunuyorsunuz. İnsanlarla varl arasındaki anlaşma gereği prensin korumalığını yapmanız gerekiyor. Bu görevde karşılaşacağınız olaylarsa sonun başlangıcının ayak sesleri olacak.
İlk bölüm bittiğinde bu sefer Rook isimli bir insan baş karakteriniz oluyor. Kızıyla birlikte yollara düşen Rook’un hikayesi diğer hikayeye göre daha basit. Basitlikten kastım kötü anlamda değil. Rook’un kontrolünü ilk kez elinize aldığınızda dredge baskınına uğramak üzere olan bir köyü uyarıyorsunuz. O andan sonraki amacınız kızınız ve köyde yanınıza aldığınız insanlarla güvenli bir yere ulaşmak oluyor. Basitlikle anlatmak istediğim de buydu. Ortalıkta büyük bir savaşın ilk kıvılcımları var, ama sizin tek amacınız hayatta kalmak. Aslında bunu demekle diğer karakterlerin hikayesine haksızlık etmiş oldum, çünkü iki hikayede de insani yön ön planda. Olaylar en başlarda ilk hikayede daha büyük gözüküyor. Oyun ilerlediğindeyse bu iki hikayenin birbiriyle ilişkisini kurmaya başlıyorsunuz. Ayrıca oyun bir bölüm o hikaye, diğer bölüm öteki hikaye şeklinde ilerlediğinden bu bağlantıyı rahatlıkla kurabiliyorsunuz.
Hikayenin işlenişinden bahsettik, biraz da kalitesine değinelim. The Banner Saga’nın senaryosunu değerli kılan etkenlerden en büyüğü yarattığı fantastik ortam. Yüzüklerin Efendisi ve Zaman Çarkı benzeri kitaplardan aşina olacağınız türden bir evren var ortada. Bu iki efsane kadar kapsamlı bir evren olmasa da bir oyun için hayli hayli yeterli. Karakterler, karakterlerin gelişimi, verdiğiniz hayatta kalma mücadelesi ve inanılmaz derecedeki umutsuzluk ve çaresizlik hissi hem hikayeyi hem de atmosferi ayrı bir boyuta taşıyor. Özellikle fantastik edebiyat okurlarının veya bu tarz hikayelere ilgisi olanların mutlaka bu hikayeyi tatmasını öneririm.
+++++